سْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
‘’Biz bir şeyleri anlamamaya yemin etmiş gibi yaşıyoruz…’’
-İsmet Özel…
Yazının başlığını seçmek bir yazı için belki de en önemli
yerdir. Bu benim içinde çok önemli şüphesiz.
Belki de böyle kelimeler seçmek hem de başlık için çok tehlikeli ama başka türlü meramımı anlatamazdım. Bu yazıda bir parça İsmet Özel i barındırmam benim dilimi de sivri kıldı. Yazıyı yazan ben belki de burada yazdıklarımı bir insanın suratına hiç konuşmadım bu sebeple de yazmak her zaman daha mantıklıdır konuşmaktan. Konuşanın ne ifade ettiği belirsizliğini çoğu zaman korurken yazanın niyeti her zaman sahih kalacaktır.
Belki de böyle kelimeler seçmek hem de başlık için çok tehlikeli ama başka türlü meramımı anlatamazdım. Bu yazıda bir parça İsmet Özel i barındırmam benim dilimi de sivri kıldı. Yazıyı yazan ben belki de burada yazdıklarımı bir insanın suratına hiç konuşmadım bu sebeple de yazmak her zaman daha mantıklıdır konuşmaktan. Konuşanın ne ifade ettiği belirsizliğini çoğu zaman korurken yazanın niyeti her zaman sahih kalacaktır.
Neyi yazabilirim? Sorusu da önemli tabi ki ama yazılacak
onca mesele var şu gündemde ve yeteri kadar konuşuluyor.
Gönül ister ki şurada iki başkanlık muhabbeti çevirelim
Kıbrıs’ı konuşalım ve önemli bir şeyler başarmış ve sırra vakıf olmuş dervişler
gibi huzurla yatalım.
Fakat 22 yaşına geldim ve bu yaşa kadar yaşadıklarım bana
bir şey öğretti ise o da şudur ki bu ülkede hangi konu gündemdeyse yada hangi
konu en çok konuşuluyorsa bilin ki meşgul olasınız diye önünüze atılan kemik
odur. Tv kanallarının hepsinde aynı adamlar hep birlikte aynı şarkıyı söylemek
için sözleşmişçesine aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Ve ben bunları bir de benden
dinleyin demek için yazmıyorum bunları.
Diyelim ki başkanlık konuşmak istedik.
Ülkede ilkokul bile bitirmemiş nice insanın benden daha
çok anayasa bilgisine sahip olduğunu bizzat gördüm. Bu ülkede herkes fikir
sahibi olmakla mükellefmiş gibi yaşıyor ve anayasa konusunda da biz hukukçulardan
bilgililer onlara kızmıyorum. Artık kimseyle tartışmıyorum bu konuyu. Şu ülkede
anayasa komisyonu başkanlığı yapmış bir anayasa profesörünün bile;
‘’Ne yapacağını bilmeyen vatandaşlarımız varsa ..P
partisine baksınlar onlar ne diyorsa tersi doğrudur…’’
Diyecek kadar laçkalaştığı ve vatandaş denilen o
hüviyetin aslında ne kadar da ciddiye alınmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Kimse
yanlış anlamasın bu aptallık ve riyakarlık her partide yeteri kadar var zaten.
Bacak ısıran da mevcut; Tek Parti döneminin en adi kurumu olan açık oy
sistemini eleştirip de kullandığı oyu genel başkanına gösteren yüzsüz de.
Saymakla bitmeyeceği gibi söylemekle de anlaşılmaz.
Bu ülkede hiçbir şey zamanında sorgulanmıyor ve her şey
iş işten geçtikten sonra konuşulmakla mecburmuşuz gibi görülüyor.
Kıbrıs’a daha henüz gelmedim. Doların yükselişine
gelmedim. Işid’e gelmedim.
Peki 3-4 yıl önce neden birdenbire Suriye sınırındaki mayınların
temizlenmesi ele alınıp bugün Suriye sınırının güvenliği sıfırlandı?
Artık yoruldum bunların hepsi de 10 yıl sonra TV de
konuşulacak onun da farkındayım ama yoruldum..
Yani bahsetmek ya da gündemi konuşmak bir fayda vermiyor
bize.
Size iki taraf sunuyorlar. Size iki taraftan birini seç
diyorlar. Mesela başkanlık için evet ve hayırcılar ya da AKP ve diğerleri.
Hayır iki taraf yok ortada. Varmış gibi gözükmesi olduğu
anlamına da gelmiyor.
Türk milletine bir seçim hakkı tanımış gibi göstermek
istiyorlar sadece hepsi bu. Kim bana iki taraftan birinin bu ülkenin ve
milletin menfaatine hareket ettiğini söyleyebilir. Ortada bir menfaat varsa bu
kimin menfaatidir?
Yıllardır oyalanıp durmaktan ve yıllardır kendilerine
peygamber gönderilmesini bekleyen İsrailoğulları gibi kurtarıcı bekleyen
halktan da sıkıldım. Biz yıllarca kendi celladımızı seçmenin adını demokrasi
koyan insanlarız..
Bekliyoruz gelsin düzeltsinler diye. Hoş; düzeltsinler
isteği de bir yerde bir umut taşır hastanın şifayı talep etmesi gibi. Ama bugün
bu milletin içinde bu umudu taşıdığını hangimiz söyleyebilir?
Herkes kendi makamı yandığı ölçüde sistemi
eleştirebiliyor. Öğretmen misin kadro açıldığı ölçüde bu ülkeden umudun var
hukukçu musun umudun Ankara’dan bir dayının olmasına bağlı. Gençlerimiz sırtını
Devlete yaslayabildiği kadar bakıyor hayata. Bunları geçiyorum...
Şimdi gelelim başlığın anlamına. Fahişeler ve bakireler
meselesine.
İlk önce fahişeleri konuşmak istiyorum.
Benim neslim AKP dönemiyle gözünü araladı. Ben öncesini
her ne kadar bizzat yaşamadımsa da araştırmalarıma ve merakıma güvenirim.
Kendimden öncesini de bayağı araştırdım.
Kim bu fahişeler derseniz? Size AKP ile bu işin kitabının
yazıldığını hatırlatırım. Yani fahişeliğin. Sağ hükümetler de görülen bu
hezeyan maalesef bu hükümetle zirve yaptı. Bu dediklerim nice insanın hoşuna
gitmez kimisi içinse Vatan haini ilan edilmem için de yeteli bir delil. Ama
gerçek budur.
Çevrenize bakın Meclis’e bakın. Topluma bakın. Bana Sağ’ı
savunmak için elinizdeki tüm delilleri sunabilirsiniz ben sizden sadece bakmanızı
talep edeceğim.
Bakın çevrenize cidden. İnsanların paraya taptığı;
rüşvetin oluk oluk aktığı; rant denilen şeyin adının artık imara açma olduğu;
dün Osmanlı zamanında yapılsa kelle götürecek yanlışların karşılığında istifa
edilmesini geçtim kaypaklık ve adilik örneği sergilenip vatandaşa bile
açıklanma gereği duyulmadığı bir dönemdeyiz. Her şey din adına dine karşı
yapılıyor. 28 Şubat sürecinde bile bu dinin bir şerefi vardı bugünse moda haftaları,
kültür sanat etkinlikleri, bankaları var. Değerlerin içi boşaltıldı kimse
bana din meselesini açmasın o yüzden.
Mesele bu hükümet değil sadece bundan öncekiler de bu
günaha müdahildir fakat ne onları şimdi konuşmam faydalı ne de geçmişi deşmenin
bir anlamı kaldı.
Gelelim bakirelerimize. Onlar kim denilebilir?
Shakespeare’in Machbet’inde idi sanırım şöyle bir cümle
var.
‘’Hangisi daha masum? Cinayeti işlemek mi cinayeti
seyretmek mi ya seyreden işleyenden daha günahkarsa?’’
Sol. Ne demeli onun için. Onlar çoğu
zaman cinayeti engellemek için bir şeyler yaptıklarını söyleseler de; hiçbir şey yaptıklarına şahit olmadım. Bazen
sırf cinayeti gördüm demek için oradalar bazense cinayeti izlemek hoşlarına
gittiği için maktulü öldürülürken seyretmek için oradalar.
Ellerinde cinayeti engellemeye yarayacağını düşündükleri bir plan var. Yada size şöyle anlatayım ellerinde hastanın
kurtulacağına inandıkları bir reçete var hazırlamışlar tutuyorlar.
Fakat gelin görün ki ellerinde tuttukları o reçete bu
ülkeye ait değil. Batı denilen o olmayan medeniyetin içinden birkaç ideolojinin
manifestonun bu ülkeye bir fayda getirmesini umuyorlar.
Ülkede ne zaman bir kaos yada felaket baş gösterse hemen
oradalar ilk tepkiyi onlar veriyor cinayeti ilk ben gördüm diye bağırıyorlar
zannetmeyin ki bu onları masum kılar.
Bu yüzden 28 Şubat’ta tankları alkışlamaları.
Hiçbirisinin derdi bu millet olmadı onlar çoğu zaman kamara penceresinden
geminin batışını izleyerek gemi için gereğini yaptıklarını düşünenler.
Zira aziz dostum inan bana bir bakirenin sırf bakire
olması onu nasıl namuslu olmasına yeterli delil olmasa da o bakire sürekli bunu
dile getiriyorsa bugün sol dediğimiz o bakire de aynen budur.Peki neden bakire diyoruz zira henüz iktidara gelmediler. Ve gelmemeleri onları işlemedikleri günahların masumiyetine karine oluşturmuyor.
Bu toprakların üzerinden 1000 yıl geçsin ben yine
inanıyorum ki aynı sloganlarla bu bakire kendi masumiyetini ispatlamaya çalışıp
kendi suçunu saklamaya çalışacak.
‘’Kaybettiğin şeyi aramakla başla..’’ derdi ehli irfan
sahipleri.
Biz neyi kaybettik?
Biz belki de derdimizi kaybettik bilemem. Bazen de bunu
düşünürüm derdimiz neydi diye?
Allah bu milleti arama şerefinden ve nimetinden mahrum
etmesin.
Hayatımın son iki yılını çıkarırsak benim yaşamım
fahişelere inanıp bakirelere sövmekle geçti. Sonra Allah’a hamdolsun tanıdım
‘’Ademoğlu kimin nesiymiş…’’
Artık tamahım insanlara karşı yok umudun var mı diye sorulduğunda var
diyorum fakat bu umudun fahişelere ve bakirelere bağlanmasını da reddediyorum.
Umudum da bu son iki yılda yaşadıklarım olmuştur. Bir kuyunun
dibine düştüm.
İşin kötü tarafı ben Yusuf’ta değildim. Bunca aksilik
üst üste gelince Allah’tan başka kimseden yardım beklemedim ve tüm işlerimin
Allah’a kalmış olduğunu gördüm.
Size kendimce bu
ülkenin nasıl kurtulacağını söylemek istiyorum bu yüzden. Diyeceklerim benim
görüşlerim.
Tüm bu yaşananlar ve coğrafyamız gösteriyor ki zannımca bu ülke bir savaş görecek bir felaket.
Yaptığımız onca hata toplumun onca ikiyüzlülüğü ve hayasızlığı bunun
yaşanacağına bir delil. Yaşayacağız muhtemelen işgale uğrayacak can siperane
bir mücadele vereceğiz. Türkiye Cumhuriyeti devleti belki de yıkılır bilemem
ama devletsiz kalmayız.
Nasıl düzeleceğiz o zaman diyebilirsiniz faşist olduğumu
cani olduğumu söyleyebilirsiniz.
Size kızmam lakin unutmayın ki toplumlar yada milletlerin
pislikleri tortu oluşturursa bu tortunun temizlenmesi için kazınması gerekir.
Bu milletin nasıl kazındığını görmek isteyen İstiklal Marşı’na bakabilir.
Ankara’ya gidip ilk meclisin tahta sıralarının bile ilkokul sınıflarından
sökülüp getirildiğini görebilir. Halil İnalcık’ın Cumhuriyet’in ilk yılları
için dedikleri daha dün gibi hafızamda.
‘’Cumhuriyet yeni kurulduğunda bizim gençlerimizin
hepimizin gözünde bir umut ve inanç vardı. Ülkemizi geliştirebilirdik ve daha
ileriye taşıyabilirdik. Bu inançla onca yoklukla Avrupa ve Abd’de okuduk.
Memlekete döndüğümde çok zaman geçmişti her şeyin üzerinden ve şimdi bakıyorum
da hiçbir gencimizin gözünde o ışıktan bir zerre göremiyorum…’’
Kaybettiğimiz şeyi hatırlamak için millet olarak da
kuyuya düşmekle yada her şeyi kaybetmekle imtihan olmamız ne acı. Ben buna
sevinmiyorum. Bir bakire değilim ki cinayeti gördüm sevinci de yaşayabileyim
fakat ben kangren olmuş ayağını kesmek zorunda olduğu hastasına; bunu
söylemekten çekinen doktorda değilim.
Tedavi buysa çözüm buysa olacak olan da budur. Benim
dememe sizin duymanıza gerek kalmadan da gerçekleşecek olan budur.
Acı olan ise kimsenin bu gerçeği kendisine söyleyememesi.
Ben bunları kime söylesem beni ciddiye almaz farkındayım.
Zaten kimse tarafından benimsenmez de görüşlerim,
sağcılar da solcular da sevmez en nihayetinde beni. Bu yönümle her zaman gurur
duymuşluğum da vakidir.
Peki niye yazıyorum son olarak onu açıklayayım:
‘’Henry Thoreau, Abd'nin Meksika'ya karşı yürüttüğü
emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına vergiyi, ödediği dolar bir adam
öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın gerekçesiyle
vermeyi reddedince bir gece hapiste yattı. Kendisinden 14 yas büyük olan ve
birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylasan Waldo Emerson, telaşla
arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir
konuşmanın geçtiği anlatılır:
- Henry, neden buradasın?
-Waldo, sen neden burada değilsin?
Yarın neden burada olduğumu değil neden orada olmadığımı
belirtmek için yazıyorum…
‘’linç edilmem için artık bütün deliller elde.
kazandım
nefretini fahişelerin..
lanet ediyor bana
bakireler de…’’
Okuyucuya not: Bu yazı yazılırken yüksek ateşten alnım kavruluyordu hastalıktan bitaptım. Çoğu yazdıklarımı gözlerimin içi yandığından okuyamadım bile. Yazım yanlışları için kusura bakmayın..
Yazarken seçtiğim kelimeler ve cümlelerde hastalığımın payı da büyüktür...
Kalın sağlıcakla...
Yorumlar
Yorum Gönder