Benim umutlarımı kuşlara ufaladılar
bir eylül sabahı kurşuni renkler arasında.
Sana anlatmak istediğim nice şey,
bir kuşun kursağında kaldı.
Bilirim sen benim ölümü sevmemi
doğru bulmazdın hiçbir vakit.
Halbuki eski insanlar çok eski zamanlarda
hani şu çaresizlik kelimesinin
icat edilmediği o güzel zamanlarda
bir kimse aşık olduğu vakit
taziyeye giderlermiş onun evine.
Ben bunu duyduğum da inan bana
O eski insanları arama sevdasına kapıldım.
Zira benim taziyeme gelmedi hiç kimse.
Benim yaşadığım, konakladığım
yada iz bıraktığım herhangi bir evde
kirlenmezdi hiçbir zaman ikinci tabak.
Yalnız öleceksin dedi peygamber Ebu Zer'e
yalnız yaşadığın gibi.
Ben Ebu Zer'i hiç görmedim
ama görsem şimdi, karşımda olsa
o beni yalnızlığımdan tanırdı.
Ben ona anlatırdım.
Ona eski insanların nerede olduklarını
ve neden eski insanları aramanın
sevdasına düştüğümü sorardım?
Halbuki ben düştüğüm bütün sevdalardan
mağlup ayrılmakla tanınmışım.
Mağlup ve mahcup olmam
eksiltmesin yüzünde güzel duran tebessümü.
Rolünü iyi oynarsan eğer
rahatsız etmez seni hiç kimse diye
seslenip durdu eski insanlar bana.
Kahrolası gerçekler acıtırmış.
Maskelermiş takılmak zorunda olan,
ne derdin var? sorusuna muhatap olmamak adına.
Öyle bir adımlardık ki geceyi seninle,
sanki bu düşenler biz değilmişiz gibi.
Ben geceleri uçurtma uçururken
çıkardığım maskelerden iğrenerek
uykusuz gecelerin sende bıraktıklarını arardım.
Bilirim nadasa bırakılan tüm acılar;
hep gece vakti filizlenir...
Gecedir sonuçta; bir insana bunca zulmü eden.
Soluksuz hüzünden heybemize düşen,
bize şarjörlü silahlarla rulet oynatan
işte yaşayamadığımız duyguların;
bir nebze acısını çektirten kahredici sebep.
Neden gözlerimi kapatınca,
daha çok şey görüyorum? sorusuna;
akıl sır erdiremeden verdiğimiz cevap.
Nice kez okunan kitaplarda bulabilmek uğruna,
bu yüzden aradım neyi kaybettiysem.
Yeri geldi atının üstünde gezinen Efrasiyab
yeri geldi bir kız çocuğu Bratunac'da Sırplardan kaçan.
Sevgilinin yanağında bitmesi gereken hayatların
bir mitralyöze at sürmekle bittiğini okuduğumda
anlamıştım Ismail Enver'i.
Bir tek ben değilmişim hayalleri ufalanan.
Anlamıştım kavuşmalar hep uzak ülkelerin masalıdır.
Ayrılık kelimesinin kullanıldığı bir çağda
benim umutlarımı ve hayallerimi
kuşlara ufaladılar ekmek kırıntısı sanıp.
Kuşlar ki bilmez içinde ne taşıdığını.
Halbuki ben zifiri karanlıkta;
beni neyin beklediğini bilirim.
Bilirim hapishane koğuşlarında koca bir hafta
havalandırma sırası kendisine gelince
gökyüzüne bakmaktan başka
hayalleri olmayan mahkumların acısını.
Bir de hayatları boyunca gökyüzünü
seyre dalmamış nice dalgın insanları.
Yaşamak demişler adına bu düş kırıklığının.
Kaçmak istersin bu onulmaz yalanlardan;
içinde eski insanların yaşadığı o güzel topraklara.
Neden ölüm denir bilmem,
yaşanılan çağda bu güzel isteklerin...
Ben öyle bir çağdayım ki;
Yusuf bile kuyuyu daha emin görür oldu,
kuyunun üstünde tepinip duran insanlardan.
Çıkmak istemedi kuyudan.
Tabir edilmeye muhtaç kaldı tüm rüyalar.
Bilmiyorum yaşadığım bu hayatın,
hangi manaya geldiğini...
Sahte mutluluk dilekleri,
hiç eksikliği hissedilmemiş sevinçler,
kavgası verilmemiş varoluş kaygıları
ve hiçkimsesi olmadığı halde;
intihar etmeden önce geriye not bırakma ihtiyacı hissettiren
ölüm yanlızlıkları var bu çağda.
Bu çağı anlatma hatasına bilmem bu kaçıncı düşüşüm.
Eğer gücün varsa sen konuş,
söyle onlara; anlat ve de ki;
bizim adımızı bir çıkmaz sokağa versinler
yada kuşların olmadığı bir gökyüzüne.
Söz veriyorum bir daha hiçbir kuşun kursağında
bulunmayacak bize dair bir ümit.
Bu çağda insanlar seni seviyorum demek yerine
kendine iyi bak derler.
Nedenini bilmesem de böyle tabirlerin.
Kendine iyi bak herşey uğruna...
bir eylül sabahı kurşuni renkler arasında.
Sana anlatmak istediğim nice şey,
bir kuşun kursağında kaldı.
Bilirim sen benim ölümü sevmemi
doğru bulmazdın hiçbir vakit.
Halbuki eski insanlar çok eski zamanlarda
hani şu çaresizlik kelimesinin
icat edilmediği o güzel zamanlarda
bir kimse aşık olduğu vakit
taziyeye giderlermiş onun evine.
Ben bunu duyduğum da inan bana
O eski insanları arama sevdasına kapıldım.
Zira benim taziyeme gelmedi hiç kimse.
Benim yaşadığım, konakladığım
yada iz bıraktığım herhangi bir evde
kirlenmezdi hiçbir zaman ikinci tabak.
Yalnız öleceksin dedi peygamber Ebu Zer'e
yalnız yaşadığın gibi.
Ben Ebu Zer'i hiç görmedim
ama görsem şimdi, karşımda olsa
o beni yalnızlığımdan tanırdı.
Ben ona anlatırdım.
Ona eski insanların nerede olduklarını
ve neden eski insanları aramanın
sevdasına düştüğümü sorardım?
Halbuki ben düştüğüm bütün sevdalardan
mağlup ayrılmakla tanınmışım.
Mağlup ve mahcup olmam
eksiltmesin yüzünde güzel duran tebessümü.
Rolünü iyi oynarsan eğer
rahatsız etmez seni hiç kimse diye
seslenip durdu eski insanlar bana.
Kahrolası gerçekler acıtırmış.
Maskelermiş takılmak zorunda olan,
ne derdin var? sorusuna muhatap olmamak adına.
Öyle bir adımlardık ki geceyi seninle,
sanki bu düşenler biz değilmişiz gibi.
Ben geceleri uçurtma uçururken
çıkardığım maskelerden iğrenerek
uykusuz gecelerin sende bıraktıklarını arardım.
Bilirim nadasa bırakılan tüm acılar;
hep gece vakti filizlenir...
Gecedir sonuçta; bir insana bunca zulmü eden.
Soluksuz hüzünden heybemize düşen,
bize şarjörlü silahlarla rulet oynatan
işte yaşayamadığımız duyguların;
bir nebze acısını çektirten kahredici sebep.
Neden gözlerimi kapatınca,
daha çok şey görüyorum? sorusuna;
akıl sır erdiremeden verdiğimiz cevap.
Nice kez okunan kitaplarda bulabilmek uğruna,
bu yüzden aradım neyi kaybettiysem.
Yeri geldi atının üstünde gezinen Efrasiyab
yeri geldi bir kız çocuğu Bratunac'da Sırplardan kaçan.
Sevgilinin yanağında bitmesi gereken hayatların
bir mitralyöze at sürmekle bittiğini okuduğumda
anlamıştım Ismail Enver'i.
Bir tek ben değilmişim hayalleri ufalanan.
Anlamıştım kavuşmalar hep uzak ülkelerin masalıdır.
Ayrılık kelimesinin kullanıldığı bir çağda
benim umutlarımı ve hayallerimi
kuşlara ufaladılar ekmek kırıntısı sanıp.
Kuşlar ki bilmez içinde ne taşıdığını.
Halbuki ben zifiri karanlıkta;
beni neyin beklediğini bilirim.
Bilirim hapishane koğuşlarında koca bir hafta
havalandırma sırası kendisine gelince
gökyüzüne bakmaktan başka
hayalleri olmayan mahkumların acısını.
Bir de hayatları boyunca gökyüzünü
seyre dalmamış nice dalgın insanları.
Yaşamak demişler adına bu düş kırıklığının.
Kaçmak istersin bu onulmaz yalanlardan;
içinde eski insanların yaşadığı o güzel topraklara.
Neden ölüm denir bilmem,
yaşanılan çağda bu güzel isteklerin...
Ben öyle bir çağdayım ki;
Yusuf bile kuyuyu daha emin görür oldu,
kuyunun üstünde tepinip duran insanlardan.
Çıkmak istemedi kuyudan.
Tabir edilmeye muhtaç kaldı tüm rüyalar.
Bilmiyorum yaşadığım bu hayatın,
hangi manaya geldiğini...
Sahte mutluluk dilekleri,
hiç eksikliği hissedilmemiş sevinçler,
kavgası verilmemiş varoluş kaygıları
ve hiçkimsesi olmadığı halde;
intihar etmeden önce geriye not bırakma ihtiyacı hissettiren
ölüm yanlızlıkları var bu çağda.
Bu çağı anlatma hatasına bilmem bu kaçıncı düşüşüm.
Eğer gücün varsa sen konuş,
söyle onlara; anlat ve de ki;
bizim adımızı bir çıkmaz sokağa versinler
yada kuşların olmadığı bir gökyüzüne.
Söz veriyorum bir daha hiçbir kuşun kursağında
bulunmayacak bize dair bir ümit.
Bu çağda insanlar seni seviyorum demek yerine
kendine iyi bak derler.
Nedenini bilmesem de böyle tabirlerin.
Kendine iyi bak herşey uğruna...
Yorumlar
Yorum Gönder